Anasayfaya Git / Tüm Haberleri Göster

Gözümüz arkada kalmasın

Usta yazar Sibel Eraslan'ın son kitabı 4 Defter/Rumeli Rüzgârı, Profil Yayıncılık'tan çıktı.


Gözümüz arkada kalmasın

Yazar kitabında anı, hikâye, deneme türlerinin iç içe geçtiği kusursuz bir örgüyle okuyucuya enfes bir okuma hazzı yaşatıyor. Fonda ise Rumeli'nin neşeli müzikleri değil, göçün acı melodisi var.

Dört Defter, Sibel Eraslan'ın büyük ninelerini Rumeli'den İstanbul'a, Anadolu'ya savurup getirmiş hicretin hikâyesi. Bununla beraber elbette “hicret, göç, ricat, mübadele, iltica, tehcir, muhaceret, tayin, intikal ismi ne olursa olsun insan ile mekân arasındaki bağın bir şekilde kopuşu, yırtılışı muhakkak ki 'parçalanma'dır. Parça'nın baş edilmez telaşı bundan sonra başlar.” Kitabı okurken parçanın o sınırsız bütüne kavuşabilmek için nasıl bir arayış / hatırlayış içine girdiğini seyretmekle kalmıyor, bizzat bu yürüyüşün öznesi olduğunuz hissine kapılıyorsunuz. Aslında bu bir yanılgı değildir çünkü hepimiz, bir bakıma o biricik olanın gurbetinde değil miyiz? Peki haz, bu hüznün neresinde? Tam da orada işte; hüznün kendisinde. Bu yüzden kitabı okurken fonda neşeli Rumeli ezgileri değil de şu türkü işitilebilir bana göre:

Çalın davulları çaydan aşağıya
Mezarımı kazın bre dostlar belden aşağıya
Suyumu da dökün boydan aşağıya
Aman ölüm zalim ölüm üç gün ara ver
Al başımdan bu sevdayı götür yâre ver

MÜTEVAZI BİR YÜRÜYÜŞE DAVET

Yazar tarih yazmanın asıl nedeninin özlemek olduğunu söyledikten sonra farklı tarih yazmalarına dikkat çekiyor. “Resmî tarih” yazmalarında geçtiğimiz yüzyılın son demlerine kadar hep bir tekelleşmenin süregeldiğini belirtiyor. Ona göre bu türden tarih yazmaları sömürgeciliği bile “beyaz adamın yükü” olarak göstererek sahici ama küçük tarihlerin hepsini bir lokmada yutup sessizleştirmektedir. Yazar bu noktada “alternatif tarih” veya “öteki tarih” olarak adlandırılan tarihin de buna tepki olarak doğduğunu ve sıradan insanların kayıt dışı tarihlerini anlatmak maksadıyla yazıldığını aktarıyor.

Kendisinin ise kitabında ne dünyayı etrafında döndüren merkezi tarihten ne de tamamen insani bir meraktan doğan arkeolojik tarih girişiminden bahsedeceğini açıklıyor. Bunları sosyal mühendislere ve politikaya bırakarak mütevazı, iddiasız bir yürüyüşe davet ediyor okuyucuyu. Bu yüzden kitabın adı Dört Kitap değil Dört Defter'dir. Dört Defter gözün arkada kalmaması için bir hatırlayıştır. Dört Defter yazarın kendi ruhunun odalarında kokularla, hislerle, anılarla, eşyalarla kurduğu bir yolculuktur.

Kitap, yazarın büyükannesi Penbe Hanım'ın küçücük bir çocukken -ondan fazla sayı saymayı bilmediğinden- ancak on yangın sayarak Selanik'ten İstanbul'a gelişini; anneannesi Zeynep Hanım'ın vefatından çok kısa zaman sonra Şile'deki Rumeli evinin bahçesindeki dut ağacının yere yığıldığını, babaannesi Fatıma Yaşar Hanım'ın radyoda “Çanakkale içinde vurdular beni” çıkınca pencerenin önüne geçip küçük bir kız çocuğu gibi Çanakkale'de şehit düşen babasının yolunu gözleyerek ağladığını, yine babaannesinin on-on bir yaşlarındayken İzmit'in Yunan işgali esnasında yapılan işkencelerden bir ağaca tırmanarak kaçışını, yazarın annesi Refika Hanım'ın vefatında bile elinde tutuğu papatyaları, Rumeli yemeklerini, ninnileri unutmamak için yazılmıştır.

Yazar, annesi Refika Hanım'ı şöyle anlatır: “Annem göç kızıydı. Bir gün yıldızlara tayin oldunuz dense misal, hiç yüksünmeden göç dengini en fazla bir saat içinde toparlar, bir maşrapa suyu kapının önüne döküp Rabbi yesirle çıkardı göğe, eminim.” Anne, anneanne, babaanne, büyükanne... Ve elbette yazar... Göç, ailenin kadınlarınca kader gibi görülmüş, kabullenilmiştir. Penbe Hanım'ın şöyle deyişi bu anlayışın özü, özeti gibidir: “Hepimiz Tanrı misafiriyiz şu dünyada. Hepimiz muhaciriz. Vakti gelen gemiye biner gider. Binmeyen o son gemiye kim vardır ki insanoğlunun içinde. Sultan Süleyman'a kalmamış dünya. Herkes muhacir, herkes ricatta... Yerler de gökler gibidir. Gelir ve gider. Durur öyle sanmayın yerleri. Bak bana her yer Rumeli, her yere benimle birlikte geldi U'Rumeli.”

CEVİZ AĞACINDA ANNE KOKUSU GİZLİDİR

Her kitabında bilge bir müellif olduğuna ve samimi üslubuna şahitlik ettiğimiz yazar, bu kitabında okuyucu-yazar mesafesini neredeyse tamamen ortadan kaldırıyor. O, geçmişin bütün izlerini oldukları yerden bulup çıkarmaya çalışırken biz, bir çift göz olup seyrediyoruz onu. Kitabı okurken Sibel Eraslan küçük bir kız çocuğuna dönüşüyor zihnimde. Saçları at kuyruğu bağlanmış ve elbette kurdeleli, omuzunda babaannesinden kalma şifon şal ile anneannesinin Şile'deki Rumeli evinin loş ve sisli odalarında gezerken görüyorum sanki onu. Peki ne aramakta? Belki genç yaşta vefat eden halasının sır olmuş defterini ya da bir mendili, eski bir gramafonu, kırık bir plağı, büyükanne Penbe Hanım'ın Selanik'te kalan kedisi Tentene'yi, gemi yolculuğunda “nane”si ölünce onunla birlikte denize bıraktığı tavus kuşu tüyünü, anneannesinin eski kitaplarının arasında kurutulmuş bir karanfili...

Belki de hiçbiri. Belki de yazarın küçükken sık sık gördüğü o rüyâya dahil olmuşuzdur bir şekilde. Hani hep kaybolduğu ve bir türlü evi bulamadığı o düşlerden birindeyizdir. Ve babaannesinin seslenmesini işitiriz o anda: “Her şey kaybolabilir, koku hariç. Gurbette çok özlerseniz annelerinizi bir gün, koşup bir ceviz ağacına sarılın, yapraklarını uzun uzun koklayıp içinize çekin, gurbetiniz yatışır. Ceviz ağacında anne kokusu gizlidir.”
Dört Defter: Toprak, ateş, su, hava…

Yazar, “Bu 4 unsur, insanlığa dair ana haritanın zemini gibidir” der. Toprak; Rumeli'dir. Rumeli Garp'ın içindeki Şark'tır. Muhacirse toprağını kaybetmiş kişidir, onun vatanı coğrafyası bellektedir, gönüldedir artık. Üsküp, Bosna, Kıbrıs, Ohrid Gölü, Selanik... Rüzgâr; kokudur. Koku hiçbir gücün elimizden alamayacağı hatırlayıştır. Alev; en acısı, en keskinidir defterlerin. Yakar çünkü. İzmit Körfezi'nin yanışı, Yunanların kaçarken zorla gemilere bindirdiği kızların bir bir gemilerden atlamaları okurken içimizi yakar. Su; anneanne Zeynep Hanım'ın Şile evidir. Bütün Rumeli evleri gibi o da su üzerine kuruludur. Vardar, Tuna, Meriç, Ohri, Ergene, Bozcaada, Gökçeada'dan Rodos'a Girit'e kadar... Sular seller basmıştır Rumeli evlerini. Gözyaşı Rumeli kadınlarının ve evlerinin yüzdüğü su defterlerinde kayıtlıdır.

Dört Defter'i okurken yazarın şiirsel ve sihirli üslubuyla estirdiği Rumeli Rüzgârı'na teslim oluyorsunuz. Kitap bitince yarım kalmışlık hissi bir yumru olarak gelip dayanıyor boğazınıza. Her ne kadar gözün arkada kalmaması için yazıldıysa da kitap, yarım kalıyorsunuz işte.

Sibel Eraslan 'ın Bütün Kitaplarını görmek için Tıklayınız..

Kaynak: haber7.com



Anasayfaya Git / Tüm Haberleri Göster